20 Haziran 2010 Pazar

AÇILIM EŞİTTİR TERÖRÜN ARTMASI

AÇILIM EŞİTTİR TERÖRÜN ARTMASI

Artık terörle ilgili yazı yazmayacağım demiştim kendi kendime ama şu son birkaç ayda artan terör olayları ve verdiğimiz onca şehit haberlerini alınca yine dayanamayıp yazmaya karar verdim.


Yaklaşık 30 yıldır terör belasıyla mücadele etmekteyiz. Bu süreç içindeki bilânço müthiş derecede korkunçtur: yaklaşık 30 yıllık süreç içinde 32 bin terörist etkisiz hale getirilmiş bununla beraber 7 bini sivil 6 bini Türk Silahlı Kuvvetlerine bağlı olmak üzere yaklaşık 13 bin vatandaşımız, kardeşimiz şehit olmuştur, yine bu mücadele için 300 milyar dolar harcanmıştır. Terör sorunun kaynağında artık “Kürt Sorunu”nun olduğunu bilmeyenimiz yoktur. Bu sorun için tarihsel süreç içinde bir çok rapor hazırlanmış ama sorunun temel noktalarına değinilmediği gibi somut bir adımda atılmamıştır. Bir kere bu raporların hemen hemen birçoğunda doğu ve güneydoğudaki toplumsal yapı göz ardı edilmiş ya da sorunun nedenlerinden biri olarak hesaba katılmamıştır. Oysa sorunun asıl nedenlerinden biri bölgede feodal yapının yapının hüküm sürmesidir; aşiret reislerinin, ağaların ve şeyhlerin bölgede kilit birer oyuncu olmalarıdır. Neyse konumuzu dağıtmayalım neticede bölgede seçim zamanlarında gerekli oyu alabilmek için aşiret reislerine veya şeyhlere “siyasi rüşvet” verip onların ve himayesinde bulunanların oylarını alıp “sandıktan” yüksek bir oyla çıkan partiler var değil mi? Konumuza dönecek olursak, Kürt Sorunu’na dair AKP tarafından “Kürt Açılımı” adında bir proje ortaya atıldı. Açılıma en fazla destek ABD’den geldi çünkü ABD’nin Irak’tan güvenli bir şekilde çekilmesini sağlamak için Irak’ın kuzeyinde istikrara ve Türkiye’nin desteğine ihtiyacı vardır. Bu noktada akıllara hemen Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun kaleme aldığı “Stratejik Derinlik” isimli kitabının, “Küresel ve Bölgesel Dengeler Açısından Kürt Meselesi, Kuzey Irak ve Türkiye” bölümündeki bazı değerlendirmeleri geliyor. Davutoğlu, makalesinin girişinde Kuzey Irak’ın önemini analiz ettikten sonra şu saptamayı yapıyor: “Geçiş bölgesi açısından bu derece önemli bir konuma sahip olan bu coğrafyanın bir iç jeopolitik bütünlük oluşturamamasının en önemli nedeni doğrudan bir deniz bağlantısının olmayışıdır. Bu da coğrafyanın deniz bağlantısı olan bir bölge ülkesiyle bütünleşmesini kaçınılmaz kılmaktadır(s.442)” diyor ve ekliyor, “Bugün parçalanmış görünen ve bu parçalanmışlık içinde bölge üzerinde hesap kuran büyük güçlerce istismara yumuşak bir karın oluşturan ‘Kürt jeopolitiği’ uzun dönemde aidiyet hissini en yoğun bir şekilde yaşadığı bölgesel bir güçle bütünleşme süreci içine girecektir. Uzun dönemde meselenin odak noktası bölge halkının aidiyet hissini pekiştiren bir kader birliği meşrutiyeti ile çözümlenecektir(s.448–449)”. Yani Bakan Davutoğlu hem Irak’ın parçalanması gerektiğini hem de bu parçalanmışlığın bir parçası olan Kuzey Irak ve bölgede yaşayan Kürt halkının denize kıyısı olan ve aidiyet duygusunu en kuvvetli hissedecekleri ülkeyle birleşmesi gerektiğini dile getiriyor. Acaba Sayın Bakan “Türkiye himayesinde Kürdistan” planını dile getirmek mi istiyor gibisinden bir soruda geliyor akıllara. Bu arada Sayın Bakanımızın bu kitabı 2001 yılından önce kaleme aldığının altını çizelim. Kitap piyasaya çıktında ne ABD Irak’a saldırmıştı ne Irak parçalanmıştı ne de ortada Kuzey Irak sorunu vardı. Yani senaryo hazır sadece sahneye konması gerekiyordu.


Neyse konumuzu bulandırmayalım daha fazla. Açılım planı ortaya atılınca çözüme dair benimde birtakım umutlarım vardı. Ancak sorunun çözümünde somut adımlar atılacak umudu içindeyken, yapılan bir takım hamlelerle umutlarımızın boş birer hayal olduğunu anlamamız pekte uzun sürmedi.


Neden, çünkü Kürt Açılımı’nın kamuoyunda destek bulabilmesinin ve sürdürülebilir olmasının ve oldukça hassas olan bu konunun kamuoyunda hükümete tepki olarak dönmemesi için PKK’lı teröristlerin teslim olması gerekiyordu. Netice her ne kadar muhatap almıyoruz dense de Abdullah Öcalan’ın talimatıyla teslimatlar yapıldı. Ardından örgütün siyasi kanadı olan DTP’nin bu süreci siyasi bir şova dönüştürme çabalarını gördük. Hükümetin bir başka önemli hatası ise Mahmur’dan, Kandil’den gelen teröristlerin-bir suça karışsın ya da karışmasın- terör örgütünün bir parçası olarak herhangi bir cezaya çarptırılmaması veya affa uğraması yönündeki düşüncesi. Burada biraz durup düşünmek gerek, bu kadar evladı şehit olmuş bir ülkede PKK teröristlerinin savaş kazanmış “kahramanlar” gibi karşılanması toplumda birlik beraberliği sağlamayacağı gibi ayrışmayı derinleştirir, bu devleti zafiyete sokar. Ayrıca böyle yaparak terörü içimize almış adeta terör ithal etmiş oluruz. Neticesinde açılım olayından sonra durumun hiçte iç açıcı olmadığına tanık olduğumuz günler yaşıyoruz.

Abdullah Öcalan yaklaşık bir ay önce avukatları aracılığı ile “ 31 Mayıs’a kadar bekleyeceğim. Olumlu bir şey olmazsa artık hiçbir şeye karışmayacağım. Savaş gelişirse bu sadece dağla da olmaz, şehirlerde de etkisi çok büyük olur” açıklamasını yapmıştı. Öcalan’ın bahsettiği sürenin dolması ile PKK şiddetin dozunu artırdı ve ülkenin çeşitli noktalarından çatışma ve şehit haberleri gelmeye başladı. PKK Merkez Yürütme Konseyi üyesi Mustafa Karasu, “Hükümet bizi oyaladı. Açılımın tasfiye olduğunu gördük. Bundan sonra savaş şiddetlenecek” tehdidini savurdu. Karasu, “hükümetin Öcalan ve PKK ile dolaylı temas kurduğunu, sorunun çözümü noktasında bazı vaatlerde bulunulduğunu ama vaatlerin yerine getirilmediğini bu yüzden de harekete geçtiklerini” söylüyordu.


Sonuç olarak “artık analar ağlamasın” sloganı ile hayata geçirilen içi boş açılım planı yüzünden yaklaşık son bir ay içinde 50’ye yakın vatan evladını, kardeşimizi şehit verdik. Şimdi bu planı öne sürüp hayata geçirenler çıkıp o şehit analarına hesap verin bakalım.


Yargıtay’dan AKP’ye Tokat


Geçtiğimiz günlerde Yargıtay, Balyoz darbe planı çerçevesinde aralarında eski General Çetin Doğan’ın da

bulunduğu 14 kişi için ve Erzincan Cumhuriyet Başsavcısı İlhan Cihaner için tahliye kararı verdi. Bildiğimiz gibi aynı karar “yargıyı etkileme” suçundan yargılanan Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı ve eski YARSAV başkanı Ömer Faruk Eminağaoğlu ve “görevini kötüye kullanmakla” yargılanan Sincan 1. Ağır Ceza Mahkemesi Başkanı Osman Kaçmaz içinde verildi. Böylece yakın döneme damgasını vuran “yürütme-yargı” kavgası, yargı lehine sonuçlanmış oldu. Bu durumda haklarında henüz mahkemece son karar verilmeden bu insanlara “Ergenekoncu”, “Darbeci” yaftasını yapıştıran besleme medya ve köşe yazarları attığınız onca çamur ve iftira için özür dileyin de meslek onurunuzu birazcık da olsa kurtarın.


Özhan TOK

13 Haziran 2010 Pazar

Memleketimden Lider Manzaraları

Dün akşam saatlerinde koca bir yılı iyisiyle, kötüsüyle ve bazen de stres dolu günleriyle bitirdikten sonra Antalya’ya ailemin yanına geldim, öncelikli düşüncem ailemle hasret gidermekti. E nede olsa uzunca bir süre ayrı kaldık… Bunun dışında Antalya’nın güzel tatil aylarında deniz, güneş ve sahilin tadını çıkarmak, kitap okumak…

Evimdeyim ailemle kucaklaşıp hasret giderdikten sonra babam; Antalya ve ilçelerinde belediyelere karşı bir operasyon var, birçok belediye başkanı gözaltına alındı deyince pekte şaşırmadım açıkçası. Neticede bilindik tablolar.


Neyse…


Bu işin özünde ne var diye biraz araştırma yaptıktan sonra gördüm ki aynı sorunlar; yolsuzluklar, rüşvet, ihaleye fesat karıştırma vs…


Memleketimden yolsuzluk manzaraları yani…


Son on gün içinde Antalya merkezli yürütülen Kasırga Operasyonu çerçevesinde aralarında CHP’li Manavgat Belediye Başkanı Şükrü Sözen ve MHP’li Korkuteli Belediye Başkanı Hasan Gökçe’nin de bulunduğu yaklaşık 50 kişi “İhaleye fesat karıştırmak” “Rüşvet almak” “Rüşvet vermek ve aracılık etmek” suçlamalarından sorgulamaları yapıldıktan sonra tutuklanıp cezaevine sevk edilmişler.


Bildiğimiz gibi tutukluluk durumu mahkemenin son kararı değildir. Belli süre içinde sanıkların avukatları bir üst mahkemeye itirazlarını yapabilirler. Bu durumda Anayasamızda da belirtildiği gibi “ mahkemece suçu kanıtlanıncaya kadar herkes için masumluk karinesi geçerlidir” bu yüzden tutuklanan kişiler için şimdiden suçlu olduğunu söylemek anayasal bir suç olduğundan mahkemenin son kararını beklemek durumundayız.


Ama yinede insan söylenmeden edemiyor işte…


Halkının oylarıyla seçilen bu kişilerin seçim başarılarını yolsuzluk ve rüşvetle mücadele edip bitirmek veya minimuma indirerek taçlandırmak yerine, böyle yüz kızartıcı suçlara dahil olmak gibi bir durumla gündeme gelmeleri maalesef bir demokrasi ayıbıdır.


Artık ülkemde aynı siyasi kişileri görmekten sıkıldığımı söylemek istiyorum. Seçim öncesi verilen vaatlerin sadece sözde kalması yetmezmiş gibi, kişiliğine güvenerek seçtiğimiz bu zihniyetler artık ülkemizde görmek ve duymak istemediğimiz “rüşvet”, “yolsuzluk”, “ihaleye fesat karıştırma” ve “kurulan paravan şirketler üzerinden iş yapma” gibi suçlamalarla karşımıza geliyorlar. Siyasetin tıkandığı şu günlerde “temiz, vizyon ve misyon sahibi, uzlaştırıcı ve yoksulluğu istismar etmeyen” liderlere ihtiyacımız olduğuna artık yürekten inanıyorum.


Efendiler !


Bu halk yani sizi seçen, bulunduğunuz konumlara getiren ve egemenliğin asıl temsilcisi olan bizler sizden iş, aş istiyoruz, gelecek kaygısı olmayan güzel ve huzurlu bir Türkiye için çalışmanızı istiyoruz.


Öyle 4 yıllık 5 yıllık seçim sürecinde ne kadar vurgun yaparsam o kadar iyi olur düşüncesiyle değil, bu süreç içinde yoksulluğu nasıl ve ne kadar azaltabilirim düşüncesini referans alarak hamleler yapmanızı istiyoruz.


Çocukların ve gençlerin güneşinin öldürülmediği, geleceklerinin karartılmadığı bir ülke istiyoruz. Ve bunlar bizim en doğal haklarımız.

Tüm bunlardan sonra aklıma İranlı şair Furuğ Ferruhzad’ın “Yeryüzü Ayetleri”nden diziler geliyor:


“Güneş ölmüştü

Güneş ölmüştü ve yarın

Uslarında küçük çocukların

Yitik, belirsiz bir kavramdı.

Defterlerine sıçrayan kapkara

İri bir mürekkep lekesiyle

Anlatıyordu çocuklar

Tuhaflığını bu eskimiş

sözcüğün”


Özhan TOK